ABD Başkanı Trump, garip tavırları ve tartışmalı politikaları yüzünden göreve geldiğinden beri birçok gerginlik yaşanmasına sebep oldu. Trump’ın popülist, korumacı ve tek-taraflı politikalarıyla ABD, küresel politikadaki önem ve anlamını yitirmeye başladı. Trump’ın politikaları neticesinde küresel düzene katkı veren bir ülke yerine küresel sistemi sarsan, uluslararası güvenliği tehdit eden ve yanlış tercihleri yüzünden birçok bölgede çatışmalara zemin hazırlayan bir ABD ortaya çıkmış oldu.
ABD’nin küresel bir aktör olmasına büyük payı olan NATO’yu “modası geçmiş” olarak değerlendiren Trump, ittifakı tartışmaya açıp Almanya ve Fransa gibi müttefiklerle bile savunma harcamaları yüzünden tartıştı. Küresel iklim değişikliğine ilişkin Paris Anlaşmasından çekileceğini açıkladı. İran’la akdedilen nükleer anlaşmadan da çekilerek İran’a yönelik yaptırımlar uygulamaya başladı. ABD’nin serbest ticaret rejimine olan bağlılığını tersine çevirerek hem DTÖ normlarıyla çelişen kararlar aldı hem de AB ve Kanada gibi dost ve müttefiklerine dahi “ticaret savaşı” açtı. ABD’nin 1987’de SSCB ile imzalanan Orta Menzilli Nükleer Füzeler Anlaşması’ndan (INF Treaty) çekileceğini duyurması ise Trump’ın tartışmalı kararlarının sonuncusu oldu.
Tartışmanın bir boyutu, Kongre’nin onayını alarak yürürlüğe giren bir anlaşmadan Başkan’ın tek taraflı bir tasarrufuyla çekilmenin anayasayı ihlal edip etmediği hakkında. Bu ABD iç siyasetinde tartışılmaya devam edecek gibi. Meselenin dünya politikası açısından önemi ise silahsızlanma sürecinde önemli bir yeri olan anlaşmanın yürürlükten kalkmasının küresel çapta hissedilecek olası etkileriyle ilgili.
Antlaşma iki ülke arasında imzalanmış olsa da etkisinin bu iki ülke ile sınırlı olmadığı tartışmasız. Soğuk Savaş döneminde yerleştirilmiş karadan havaya kısa ve orta menzilli (5500km’ye kadar) binlerce füzenin imha edilerek Avrupa güvenliğinin temin edilmesi adına önemli bir adım olan antlaşmanın sona erdirilecek olması, bilhassa Rusya’dan çekinen Doğu Avrupa ülkelerinin kaygılanmasına yol açtı.
ABD, Rusya’nın Ukrayna müdahalesinin ardından antlaşmanın ihlal edildiğini iddia etmişti. Rusya da ABD’nin Doğu Avrupa’daki askerî varlığının antlaşmanın ihlali anlamına geldiğini savunmaktaydı. Ne var ki, ihlal iddiaları daha gündeme gelmemişken Trump’ın şu anda ulusal güvenlik danışmanlığını yapan John Bolton’un 2011’de Wall Street Journal’da yayınlanan makalesinde İran’ın nükleer programını gerekçe göstererek antlaşmadan çekilme önerisi gündeme getirmiş olması dikkat çekicidir. Zira bu kararın ardında Bolton’un olduğu yönünde yaygın bir kanaat vardır. Ancak ABD’nin bu kararı almasının asıl sebebinin İran değil Çin olduğunu savunmak daha makul görünmektedir. ABD ile Rusya arasında imzalanan bu iki taraflı Antlaşma, Çin’e hiçbir kısıtlama getirmemekte, Çin’in füze geliştirme ve konuşlandırma çalışmalarını olumsuz yönde etkilememektedir. Dolayısıyla ABD, Çin’in artan askerî yetenekleri ile mücadele edebilmek için kendisini sınırlandırmama kararı alarak bu adımı atma ihtiyacı hissetmiştir.
ABD’nin Çin’i dengelemek isteğiyle önemli bir antlaşmadan çekilmesi, silahlanma yarışının fitilini ateşleyecek, “güvenlik ikilemi” tekrar gündeme gelecektir. Bu durum, Trump’ın çok taraflı diplomasi ve küresel düzen gibi kaygılarla değil, tek taraflı ve bencil politikalarla hareket ettiğinin göstergesi olmuştur. Kendi çıkarları için müttefiklerini tehlikeye atmaktan çekinmeyen Trump yönetimi, uluslararası düzen için bir istikrar unsuru olamayacağını bir kez daha ortaya koymuştur.
Rusya ve Çin ile tansiyonu artıran ve yeniden “Soğuk Savaş” günlerini hatırlatan ABD, artık müttefikleri tarafından “güvenlik teminatı” değil “güvenlik riski” olarak algılanmaya başlayacaktır. Bu durum ise ABD’nin “küresel liderlik” söyleminin inandırıcılığının iyice azalması anlamına gelecektir.
Not: Bu yazı ilk olarak 23 Ekim 2018 tarihli Türkgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır.