Kovid-19 ve BM’de reform çağrıları

Kovid-19 ve BM’de reform çağrıları

Yazdır


Kovid-19 salgını sonrasında tüm dünyanın ekonomiden siyasete, ticaretten sosyal hayata dikkate değer bir değişime uğrayacağı konusunda genel bir kanaat oluşmuş durumda. Salgınla mücadelede uluslararası iş birliği, uluslararası örgütlerin faaliyetleri ile AB içinde ve ABD-Çin arasında yaşanan tartışmalar, küresel siyasette bir değişimin muhtemel olduğuna işaret ediyor.

Uluslararası siyasetin yapısı ve işleyişinde önemli bir kırılmanın yaşanacağı sıklıkla dile getirilir oldu. Son olarak Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Salgın sonrasında küresel sistemi tepeden tırnağa gözden geçirip, reforma tabi tutmamız gerekiyor” diyerek, Birleşmiş Milletler’de reform ihtiyacına dikkat çekti. Peki, Kovid-19 bu değişimi tek başına mümkün kılabilir mi?

Aslına bakılırsa BM sisteminde reform yapılması hakkındaki tartışmalar ve buna yönelik girişimler 1990’lara kadar geri gidiyor. BM’nin 2. Dünya Savaşı’nın bittiğindeki “galip devletler” ve “diğerleri” şeklinde yapılan ayrımı yansıtan bir yapıda inşa edildiği, 1990’ların dünyasının ise 1945’ten çok farklı olduğu, bu yüzden de özellikle Güvenlik Konseyi’nin yapısının reforma tâbi tutulması gerektiği Soğuk Savaş’ın bitmesiyle tartışılmaya başlanmıştı.

1990’lara gelindiğinde 1945’ten çok farklı bir dünyada yaşadığımız bir bakışta anlaşılacak kadar netti. Her şeyden önce egemen devletlerin sayısında büyük artış yaşanmıştı. BM kurulduğunda 51 üye ülke ile başlamışken kolonilerin bağımsızlıklarını kazanmasıyla bu sayı 1965’te 118’e çıkmıştı. Günümüzde ise BM üyesi ülkelerin sayısı 193’e ulaşmış durumda.

Ayrıca, 2. Dünya Savaşı’nda biri Avrupa’yı diğeri de Doğu Asya’yı kasıp kavuran faşist ülkeler Almanya ve Japonya çok ağır yenilgiye uğramış, ikisi de yıllar süren müttefik işgaline boyun eğmişti. 1990’larda ise savaşın bu iki yenik devleti, dünyanın en büyük ekonomik güçleri arasına girmişti. 1990’da Japonya, ABD’nin ardından en büyük ikinci ekonomi iken, Almanya sıralamada dördüncü sıradaydı.

Diğer yandan, Asya ülkeleri arasında büyük atılım yapıp dünya ekonomisinde öne çıkan başka ülkeler de oldu. Elbette Çin, Güney Kore ve Hindistan bu ülkelerin başında geliyordu. 1980’de ABD’nin gayrisafi millî hasılası Çin’inkinin 9,3 katı idi, bugün ise ancak 1,5 katı. Ekonomik büyüklük açısından 2005’te dünya sıralamasında 5’inci sırada olan Çin, 2010’da ikinci sıraya çıkmıştı bile. Hatta satın alma gücü paritesi dikkate alınırsa Çin artık ABD’yi sollamış durumda.

Diğer yandan, 1990’da Rusya Federasyonu, SSCB’nin enkazı altındaydı. Ancak 2000’lerde onun da atılıp yaptığı ve hem siyasî hem de ekonomik açıdan Asya’nın Atlantik karşısında daha iddialı bir konuma eriştiği görüldü. 1990’da Doğu bloğunun çöküşüyle “iki kutuplu düzen yerine ABD hegemonyası kuruldu” gibi tezler öne sürülmekteydi. Sadece son 30 yılda bile dünya siyasetinde köklü değişiklikler yaşandı.

Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya, 2005 yılında G4 adında bir platform kurup, BM Güvenlik Konseyi’nin yapısının değişmesi gerektiğini bir ağızdan savunmaya başladı. Bu ülkelere göre, 1945’in şartlarını yansıtan yapı değişmeli, bu dört ülke Güvenlik Konseyi’nin daimî üyesi olmalıydı. Güvenlik Konseyi daha demokratik bir hâl almalı, bunun için mevcutta 5 ülkeye tanınan veto hakkı ya kalkmalı ya da genişletilmeli gibi öneriler gündeme getirildi. Türkiye’nin de “dünya beşten büyüktür” diyerek dâhil olduğu bu ülkelerin henüz net bir sonuca ulaşamadığı ortada.

1945’ten beri, özellikle 1990 sonrasında yaşanan köklü değişime rağmen BM sisteminde radikal bir reformun hayata geçirilmediği dikkate alınırsa, Kovid-19 salgınının tek başına küresel sistemi baştan aşağı değiştireceğini beklemek pek gerçekçi değil. Salgının BM’de reform çağrılarını sıklaştıracağı muhakkak olsa da BM’de imtiyazlı bir yeri olan beş ülkenin artan taleplere nasıl karşılık vereceğini bekleyip göreceğiz.

Not: Bu makale ilk olarak 7 Mayıs 2020 tarihli Türkgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır.