ABD tarihinde görevden alınması talebiyle Senatoda yargılanan üçüncü Başkan olan Donald Trump ile İsrail tarihinde görevdeyken rüşvetle suçlanan ilk Başbakan Binyamin Netanyahu’nun dün gerçekleştirdikleri ortak basın toplantısını tüm dünya merakla takip etti. Dağın fare doğurduğu bir yana, basın açıklamasının adı geçen iki lider için seçim kampanyası çalışması olduğu çok açıkça görülüyordu.
ABD Başkanı ile İsrail Başbakanı birbirini pohpohlarken seçmenlere mesaj veriyor, barış ve huzur gibi dünyanın hasret kaldığı kavramlar istismar ediliyordu. Netanyahu, “ABD başkanları içinde en büyük İsrail dostu Trump’tır” derken İsrail lobisini azil süreciyle meşgul olan Trump’a destek vermeye teşvik ediyordu. ABD’deki tüm Yahudi gruplar Trump’ı desteklesin ve onun yaklaşan seçimlerde yeniden seçilmesini sağlasın ki İsrail ABD’nin himayesinde Ortadoğu’da istediği terörist grubu büyütebilsin, istediği ülkeyi tecrit ederken istediğini eline bulaşan kana rağmen yücelip İslam dünyasına nifak sokabilsin isteniyordu.
Trump ise Netanyahu’yu yere göğe sığdıramazken âdeta “Başbakan hakkındaki rüşvet ve yolsuzluk iddialarını unutun, yoksa sizi Ortadoğu’da yalnız bırakırım” diye aba altından sopa gösteriyordu. Kısacası, iki lider de birbirine yaslanıp kendi istikballerini kurtarmanın derdine düşmüş gibiydi.
Güya barış için bir araya gelenlerin barışın bir tarafı olarak takdim ettikleri Filistin olmadan gerçekleştirdikleri bu toplantı, kutlama sahneleriyle dolu bir tiyatro oyununu andırır şekilde icra edilirken uluslararası hukuk, tarih, medeniyet, vicdan ve adalet orada bulunan kimsenin umurunda değildi. Birleşmiş Milletler’in onca kararı görmezden gelindi, hatta “BM bu işi çözemez, bunun tek çözümü budur” denerek sözde barış planı herkese “son çare” olarak dayatıldı.
Sözümona “anlaşmanın” bir tarafı bando eşliğinde Beyaz Saray’da kutlamalarda bulunurken, diğerinin davet bile edilmemesi zaten ortada bir “anlaşma” değil de bir “dayatma” olduğunun açık göstergesi. Bu dayatmada bulunanların asıl derdi, İsrail’in Filistin topraklarını peyderpey işgal edişini meşrulaştırmak, Filistin’in varlığına son vererek Filistin halkını Kudüs gibi kutsal bir mekândan kopartıp atmak.
1948’den bu yana Filistin’in çıkar ve hakları aleyhine genişleyen İsrail, şimdiye dek zorla gasp ettiği Filistin topraklarını “İsrail Devleti” olarak tescillendirmek karşılığında Filistin’e “yatırım” adı altında milyarlarca dolar rüşvet teklif ediyor. Sanki 50 milyar dolar hibe verilecek ve bir anda Filistin halkı refaha erecekmiş gibi bir yalan ortaya atıldı ve bu paranın yarısının kredi/borç olarak verileceğinden ne Trump ne de avenesi hiç bahsetmiyor.
Orta Doğu’daki her sorunda bir şekilde parmağı olan, İsrail’in dümen suyuna girip İslam coğrafyasında ikilik yaratan Birleşik Arap Emirlikleri ile Umman ve Bahreyn’in toplantıda büyükelçi seviyesinde temsil edilmesi de işin garabetini ortaya koyuyor aslında. Katar ve İran’a yönelik baskı politikalarının uygulayıcıları, İsrail’in dostu, Türkiye’nin muhasımı bu ülkeler acaba rüşvet olarak teklif edilen paranın kaynağı olacakları için mi Beyaz Saray’da alkışlandı?
Orta Doğu’yu kan gölüne çevirenlerin başta Filistin olmak üzere İslam ülkelerinin rızası olmadan İslam medeniyetinin gözbebeği Kudüs’ü İsrail’e peşkeş çekmesinin mümkün olmadığı ortada. Dolayısıyla daha önce denenen barış planları gibi bunun da akamete uğrayacağını şimdiden söylemek pekâlâ mümkün.
Kudüs’ün ve Filistin halkının para karşılığında haklı dâvâsından döneceğini hayâline kapılanlar “yüzyılın anlaşması” adı altında “yüzyılın rüşveti”ni gündeme getirerek Orta Doğu’yu yeni bir bilinmeze sürükleyecekler. Hem de bunu yaparken “barı planını kabul etmediği” gerekçesiyle Filistin günah keçisi yapılacak, Filistin’le dayanışma içinde olan Türkiye dâhil her ülke ise “barış karşıtı” olmakla suçlanacak.
NOT: Bu yazı ilk olarak 30 Ocak 2020 tarihli Türkgün Gazetesinde yayınlanmıştır.