Avrupa Birliği, 2. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yıkıma çare olarak düşünülmüş, Avrupa’nın tekrar benzer bir duruma düşmemesi için tasarlanmıştı. Projeyi hayata geçirenler, ulusal kimliklerin ve egemenliklerin törpülendiği bir uluslararası ilişkiler düzeninde “Birleşmiş Avrupa Devletleri” kurmayı hayal etmişlerdi. Bu gerçekleşirse, Alman, Fransız, Yunan gibi millî kimlikler zaman içerisinde eriyecek, ortak bir kültür ve anlayış inşa edilecek ve “Avrupalı” kimliği tüm kıtaya egemen olacaktı. Bu beklentinin boşa çıktığı bir yana şimdiye dek bu yolda alınan mesafenin tersine döndüğü bir dönemden geçiliyor. “Birleşik Avrupa” hayali artık daha az kişiye inandırıcı geliyor.
Nasıl her devletin bir yasama organı varsa, “Birleşik Avrupa Devletleri”nin de bütün ülkelerden temsilcileri bir araya getiren bir “Avrupa Parlamentosu” var. 751 üyeli bu parlamento, tüm AB üyelerinde geçerli olacak mevzuatın belirlenmesinde çok önemli bir kural koyucu organ olarak işlev görüyor. Avrupalılık kimliğinin inşasında da rol oynayan parlamento, doğrudan halk tarafından seçilen temsilcilerden oluşması sebebiyle, AB organları arasında da ayrıcalıklı bir konumda yer alıyor. AP içerisindeki üyeler, ülkeler bazında değil siyasî pozisyon/ideolojiler bazında gruplara ayrılıyor. Bu, üyelerin ülkelerini değil, siyasî düşüncelerini temsil ettikleri mesajını içermesi bakımından manidar. Dolayısıyla AP üyesi milletvekilleri, en azından teoride, kendi ülkelerini değil de sosyal demokrat, Hristiyan demokrat ya da muhafazakâr gibi siyasi gruplara ayrılmış oluyor. Halihazırda, en az 25 üye ile kurulan siyasi grupların sayısı sekiz. 5 yılda bir yapılan her seçim sonrası, grupların dağılımında da değişiklikler yaşanabiliyor. Bugün başlayan ve Pazar gününe kadar devam edecek olan AP seçimleri Avrupalılar için bu açıdan önem taşıyor.
Avrupa kıtasının ve özellikle de Avrupa Birliğinin son yıllarda gündemini meşgul eden aşırı sağ diye de tabir edilen aşırıcılık, ırkçılık ve yabancı karşıtlığının bu seçimlere nasıl yansıyacağı “Avrupalı” kimliği açısından önemli bir gösterge olacak. Beklentiler, aşırı sağcı partilerin oyunu artıracağı ve AP içerisinde daha büyük bir temsil imkanına erişeceği yönünde. Nitekim, geçen ay içerisinde yapılan bir araştırmada, aşırı sağ/popülist olarak nitelendirilen partilere destek verenlerin yüzde 10’a ulaştığı sonucuna varıldı. AP seçimlerinin ardından bu radikal görüşleri benimseyen vekillerin sayısının ikiye katlanabileceğinin konuşuluyor.
Bu grubun AB’ye şüpheci yaklaştığını, millî kimliklerden vazgeçmediğini ve “Birleşik Avrupa” idealine uzak durduklarını da unutmamak gerek. Bu kitlenin giderek büyümesi, haliyle bütünleşme ve derinleşmeden yana olan liberal grupların korkulu riyası haline geldi. Seçimlerin hemen öncesinde Almanya’da onbinlerce kişinin “Herkes için bir Avrupa” sloganı altında toplanarak yükselen ırkçılığa karşı protesto gösterisi düzenlemesi Avrupa’daki kutuplaşmanın bir göstergesi. Avrupa’nın bir bütün olması ve bölünmemesi adına yapılan bu girişim, aslında AB'nin yüz yüze olduğu tehdidin büyüdüğünün ikrarı niteliğinde.
Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılma süreci de Avrupalılık kimliğinin tam olarak yerleşmediğini ve hâlâ millî kimliklerin çok güçlü olduğunu göstermişti. Bunun haricinde AB üyelerinin ikili ilişkilerinde yaşadıkları anlaşmazlıklar ve bazı ülkelerin (örneğin mülteciler konusunda) AB politikalarına riayet etmeme yönündeki ısrarı da artan ırkçılık ve on karşı büyüyen öfke de “Birleşik Avrupa” hayalinin gerçekleşme ihtimalinin zorluğuna işaret ediyor. AP seçimleri bu varsayımın test edilmesi için iyi bir araç oldu.
Avrupa Birliği vatandaşları, Avrupa Parlamentosu üyelerini belirlemek için sandığa gitti ve uzun zamandır herkesin dile getirdiği “aşırı sağın yükselişi” söyleminin gerçekçi olup olmadığını ortaya koyacak bir seçim yaşandı. Avrupa’da ana akım merkez sağ ve merkez sol partiler güç kaybederken aşırı sağcı ve nispeten küçük partilerin oy oranlarını artırdığı bir kez daha somut şekilde görülmüş oldu.
Avrupa Parlamentosu’nun 751 üyesini belirleyecek seçimler pazar günü tamamlandı. Sonuçlar, merkez sağ olarak tabir edilen Hristiyan Demokratların AP içinde oluşturdukları Avrupa Halk Partisi (EPP) ile merkez sol olarak tabir edilen Sosyal Demokratların AP içindeki grubu olan Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar (S&D) ciddi destek kaybı yaşadı. EPP grubu, 2014’te kazandığı 221 sandalyenin 40’ını kaybederken, S&D grubu ise 191 sandalyenin 148’ini koruyabildi. Bu iki grubun oy oranındaki düşüş, 2009’a kıyasla daha belirgin. 2009 seçimlerinde oyların yüzde 61,3’ünü olan bu iki grup, 2014’te oyların yüzde 54,8’ini almıştı. Şimdi ise bu oran yüzde 43’lere düşmüş durumda.
Avrupa’da merkez sağ her seçimde zayıflarken, marjinal sağcı grupların, Liberallerin (ALDE) ve Yeşillerin (Greens/EFA) oylarını artırdığı görülüyor. 102 sandalye kazanan ALDE parlamentodaki en büyük üçüncü grup olurken Yeşiller 69 temsilci ile dördüncü sıraya yükseldi. Avrupa Muhafazakarları ve Reformistleri (ECR) 59, Uluslar ve Özgürlükler Avrupası (ENF) 58, Özgürlükler Avrupası ve Doğrudan Demokrasi (EFDD) 54 milletvekili, Avrupa Birleşik Solu-İskandinav Yeşil Solu (GUE/NGL) ise 38 milletvekili çıkardı. Geriye kalan 35 milletvekili ise bağımsız ve diğer adaylardan seçildi.
Sonuçlara ülkeler seviyesinde bakıldığında seçmenlerin dikkat çekici mesajlar verdiği anlaşılıyor. Örneğin Brexit tartışmaları gölgesinde seçimlere giden İngiltere’de, Brexit Partisi oyların yüzde 31,7’ini alarak seçimden açık ara farkla birinci çıktı. İngiliz siyasetinin köklü partileri olan Muhafazakâr Parti ve İşçi Partisinin oylarının toplamı (yüzde 22,7) Brexit Partisinin tek başına aldığı oy oranının epeyce altında kaldı. Buna göre, AP’de yer alacak 73 İngiliz parlamenterin 29 tanesi AB üyeliğinden çıkışı savunan Niger Farage'ın liderliğindeki Brexit Partisinden seçilmiş oldu.
AB’nin başat ülkelerinden olan ve AP’ye 96 temsilci gönderen Almanya’daki sonuçlar da AB genelindeki sonuçlarla benzer bir trend gösteriyor. Almanya’da 2014’te yüzde62,6 oy alan merkez sağ ve merkez sol, ciddi oy kaybı yaşayarak yüzde 44’lere düşmüş durumda. Almanya’da Yeşiller oyunu bir önceki seçime göre neredeyse ikiye katlarken, ırkçı söylemleri olan Almanya için Alternatif Partisi (AfD) oyunu yüzde 7’den yüzde 10,5’e çıkarmış durumda. Fransa’da da aşırı sağcı Marine Le Pen'in Ulusal Birlik partisi (RN) yüzde 23.5 oy oranıyla ilk sırada yer alarak yüzde 22,5 oy alan Cumhurbaşkanı Macron'un partisini geride bıraktı. Aşırı sağ, İtalya’da da birinci parti konumunda.
Merkez partilerin oy kaybederken AB karşıtı ve aşırı sağcı partilerin etkinliğini artırıyor olması AP’nin önümüzdeki dönemde daha parçalı bir görünüme sahip olacağını ortaya koyuyor. Merkezdeki siyasî grupların erimeye devam ettiğini gösteren bu sonuçlar, Avrupalı kimliğine karşıt grupların AP içinde daha büyük bir tehdit haline geleceğine işaret ediyor. Anlaşılıyor ki göçmen karşıtlığı, zenofobi, İslamofobi ve neo-Nazi gibi kavramlar yeni parlamentoda daha fazla taraftar bulacak.
Not: Bu makale, Türkgün Gazetesi'nin 23 ve 28 Mayıs 2019 tarihlerinde yazar tarafından kaleme alınan köşe yazılarının gözden geçirilmiş versiyonudur.