Giriş
İslâmcı-liberal muhalefetin “düzen” arayışı yeni değildir. 1980 sonrasında başlayan ve giderek gündemi belirleyen “model üretme” tartışmaları söz konusu arayışın somut misalleridir. Farklı fikrî ve siyasî hareketlerin muhalefeti ise 1990 sonrası süreçte “ortak payda”da buluşmuştur. Bu mevzuda oluşturulan metinler her ne kadar farklı gerekçelere dayansa da bunların ortak paydası şudur: Resmî paradigma iflâs etmiştir. Yeni bir siyasî model inşa etmek zorunludur.
Başından itibaren PKK terör örgütüne ve uzantılarına sıcak bakan, hatta resmî paradigmaya karşı geliştirilen direniş hareketini açık ve kapalı dille meşrulaştıran bu çevreler düzen arayışı fikrine “açılım”ı da eklemişlerdir. Farklı gerekçeler üzerine inşa edilen ayrıntıları bir tarafa bırakırsak işin özünde açılım, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni ilân etmenin resmî tarihidir. Açılım üzerinden terör meselesini çözme iddiasının ve pratiğinin, millî devletin kuruluş esaslarını ve kurumlarını elemek üzerine odaklandığı bir gerçektir. Öyleyse açılımın amacı, terör meselesini çözmek değil, düzen arayışını belli bir modele bağlamaktır.
Belirtilen kesimin düzen arayışına/yeni bir model inşa etme faaliyetini içeren metinlerine bakılır ve açılım edebiyatının içeriği karşılıklı olarak tahlil edilirse, İslâmcı-liberal muhalefetin ve daha sonra “Kürt Sorunu” başlığı altında içlerine aldıkları terör örgütü ve uzantılarının taleplerinin belli bir ölçüde kesiştiği görülmektedir. Düzen arayışı farklı gerekçelere eşlik etmesine karşın, açılım devrimi (!!!) ortak paydaya eşlik etmektedir. Bu paydanın temel önermesi şöyledir: Türkiye Cumhuriyeti Devleti homojen-laik toplum oluşturma amacına matuf olarak dinî ve etnik baskı uygulamıştır. Geliştirdiği millî devlet modeli dar bir çerçeveden hareket ettiği için bu topraklarda barışı ikame etmede yetersiz kalmaktadır.
Bu ortak noktada birleşen muhalefetin/muhalif iktidarı oluşturan kesimlerin model arama faaliyetlerini şöyle özetleyebiliriz:
(a) Postmodern temalar üzerinden Medine Vesikası’nı okuyan siyasal İslâmcı kesimin sözcüleri, yeni bir toplumsal sözleşmeden bahsetmektedirler. Belli bir tarihî bağlamı ve özel bir durumu ifade eden belge, tarih dışı bir yaklaşımla günümüze taşınmakta, din merkezli bir yapıdan etnik ve kültürel merkezli çıkarımlar yapılmaktadır.
(b) Osmanlı Devleti’nin dayandığı millet sistemine atıf yapan muhafazakâr siyasî yapı, millî devletin toplumu taşımadığını ileri sürerek Yeni Türkiye’nin sorunlarını aşmasının yolu olarak “millet sistemi’ne” geçilmesi gerektiğini açık ve dolaylı olarak vurgulamaktadır. Yeni Osmanlı projesi olarak dile getirdikleri bu yaklaşımla “çoğulcu ya da çok hukuklu model” önermektedirler. Model üretme faaliyetine öncülük eden kişilerin metinleri bazı noktalarda farklılık arz etmesine karşın, İslâm üzerinden siyaset yapan kesimin ağırlıklı olarak savunduğu görüş budur.
(c) Avrupa Birliği gölgesinde postmodern çoğulculuk üzerinde duranlar ise “çok kültürcülük” başlığı altında “kültürel farklılıkları tanıma” hakkını ileri sürerek “ileri demokrasi” adı altında özgürlükçü modelden bahseden liberallerdir. Bunlar muhalefetin ikinci halkasını oluşturmaktadır. Batı’nın tarihî ve siyasî tecrübesini varoluşumuzun olmazsa olmaz şartı olarak gören bu kesim, AB kriterlerini ikame etme adına başta sembolik seçkinlere ve millî sembollere, Türk Devleti’nin kuruluş esaslarına saldırırlar. Özgürlük edebiyatı üzerinden Batı’nın stratejik hesaplarının sözcüsü olan bu kesimin üç lafından birisi AB müktesebatıdır. 12 Eylül darbesinin ardından eski sol, milliyetçi ve İslâmcı kesimlerden koparak “liberal epistemik ve politik cemaat”e katılan aydınlar, belirtilen muhalefetin radikal kanadını oluşturmaktadır.
(d) Marksist bir jargonla ortaya çıkan ve pragmatizmin her türünü vekâleten savaşın parçası yapan terör örgütü ve sivil uzantıları iki yönlü strateji izlemiştir. Aydınları resmî paradigmanın iflâs ettiğini ilân ederken, dağ kadrosu taleplerini silâhla masaya taşımıştır. 1990 sonrası süreçte oluşan dünya dil sistemini fark eden terör örgütü bu kez “Demokratik İslâm” başlığı altında Diyarbakır’da bir kongre düzenlemiştir. Bu kongreye Avrupa, Irak, Suriye ve Türkiye’den 48 konuşmacı katılmıştır. Kongre’nin açılışında Fetih sûresi okunması siyasî bir mesajdır. Her ne kadar basına “barış süreci”ne gönderme yapmak için bu sûrenin seçildiği söylense de hem seçilen sûre hem de yapılan izah ince nükteler içermektedir. Çünkü sûre sadece Hüdeybiye Antlaşması’nı içermemekte, aynı zamanda Mekke’nin fethi ile Tevrat ve İncil’e atıf yapılarak fethi gerçekleştiren insanların erdemlerini konu edinmektedir. Dolayısıyla seçilen sûrenin Diyarbakır bağlamında telmihi şudur: Terör yoluyla taleplerini masaya taşıyan ve bütün olup bitenleri barış/çözüm üzerinden meşrulaştıran örgüt, fetih yolunun açıldığı mesajını vermektedir.
Siyasî Kürtçülüğün icraatlarına ve taleplerine bakılırsa birinci aşamanın iki halklı ve iki dilli devlet, ikinci aşamanın “mevcut dünya dil sistemi” bağlamında çok kültürlü ve çok hukuklu devleti Medine Vesikası altında meşrulaştırma, nihaî aşamanın ise müstakil devlet olduğu anlaşılmaktadır. Kürtçülük açısından açılımın söylenen tarafı federasyondur, söylenmeyen tarafı ise federasyon üzerinden bağımsız Kürdistan’a geçiştir. Şu tarihî kayıt niyetin ne olduğunu yeterince anlatmaktadır. 1993 yılının Ağustos ayında Irak’ın kuzeyinde iki Kürtçü oluşumun birleşerek gerçekleştirdikleri Kürdistan Birlik Partisi’nin dile getirdiği tarihî kayıt şöyledir: “Federasyon, bağımsızlığa geçişin daha kolay yoludur. Federasyondan bağımsızlığa geçişi AB ülkeleri de kabul eder. Öyleyse önce federasyon, sonra bağımsızlık amaç olmalıdır.”[1]
Anılan dört tarzın geçişimli dili, bazı noktalarda farklılık gösterse de özü itibariyle aynıdır. Hepsinin ortak dayanağı Medine Vesikası’dır. Tarihî bir durumu, kabile, aşiret, dinî farklılık üzerinden çözme amacını taşıdığı ileri sürülen vesikanın “tarih dışı bir dille” günümüze taşınmasının İslâmî bir hassasiyetin ürünü olmadığı Diyarbakır’da yapılan toplantı ile açıklık kazanmıştır. Mevcut iktidarın kanatları altında anılan ortak söylemi paylaşmalarının nedeni, “topallıkta ittifak”tır. Zira her dört “politik-epistemik cemaat” modernleşme tecrübemizin içinde mayalanan devlet modeline karşıdır. Millî devlet modelinin dinî ve etnik farklılıkları dışladığı gerekçesine yaslanarak tasfiyeden bahseden ve taleplerini, ateşledikleri namlularla topluma mal eden terör örgütü ve uzantıları, anılan fikrî ve siyasî muhalefete “açılım edebiyatı” üzerinden dâhil edilmişlerdir.
Devamını okumak için tıklayınız.