"Yerli" ve "Millî" kelimeleri özellikle Mavi Marmara olayıyla beraber günümüzde kullanılmaya başlayan ve Google aramalarına baktığımızdan 2014’ten bu yana da gittikçe yükselen şekilde aranılan kelimeler olmuş durumda. Cumhurbaşkanımızın yoğun şekilde kullanması ve ülkemize yönelik tehdit algısının artmasıyla da tüketicilerin dikkat ettiği bir unsur olmaya başladı. Bu ay yayınlanan yerli üretim logosu tebliği ile de neredeyse unutulan “Türk Malı” logosuna bir alternatif olarak “Yerli Üretim” logosu yerli üretim ürün etiketlerine eklendi.
Aslında bu iki kelimenin belki de ilk beraber kullanımına rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık’ı takdiminde rastlamak mümkün. “Yüzde 100 yerli, yüzde 100 millî maneviyatçı bir doktrin” olarak tanımladığı Dokuz Işık’ı bir takdiminde “Türk Milleti, kendi millî tarihini, örf, âdet ve ananelerini kendi millî hasletlerini dikkate alan, modern ilmi ve tekniği önder alan yüzde yüz yerli ve millî bir idare sistemi kurmalıdır” demiştir.[1]
Yerli ve milli bir süredir beraber kullanılsa da ayrı ayrı anlamları da önem taşıyor. Yerli; malın fiziki olarak Türkiye’de üretilmesi anlamına geliyor. Anlamını biraz daha açarsak Türk tasarımcı, mühendis, işçiler tarafından üretildiğini çıkarabiliriz. Millî ise çıkışı itibariyle “milli sporcu” deyimindeki gibi Türkiye’yi temsil eden anlamına geliyor. Milli ürün tanımının anlamını açtığımızda, sahibinin Türkiye olması, o mala bakıldığında Türkiye’nin akla gelmesi, malın fonksiyonlarının çalışırlığının tamamen Türkiye’nin garantisinde olması, malın üretme üretmeme kararının tamamen Türklere ait olduğunu çıkarabiliyoruz. Yani ürünün anahtarının kimde olduğuna göre şekillenen bir tanımdan bahsedebiliriz. Dolayısıyla yerli olmamak dışarıya bağımlı olma anlamına gelirken, milli olmamak da, anahtarın sahibinin başkasında olmasında hareketle, dışarıya bağımlı olma anlamına gelmektedir.
Bir gıda ürünü, örneğin muz için yerliliğini tespit etmek kolay iken, birçok parçanın bir araya getirilmesiyle oluşturulan sistem ürünlerinde ise bu tespit çok daha zor oluyor. Örneğin, ürünün tasarım ve tüm fikri hakları Türkiye’ye aitken, üretiminin ise daha anlamlı maliyetlerle örneğin uzak doğuda yaptırılması halindeki durumda yerlilik ne olacaktır? Bir elektronik cihazın tüm devre tasarımı, içindeki yazılımları, algoritmaları Türkiye’de tasarlanmış ve üretilmiş, ancak devre kartı ve fiziksel bileşenleri Çin’de üretilmişse bu ürünün ne kadar yerli olduğu tartışılmaktadır.
Bir de tersten bakalım. Bir cihaz bir Çin firması tarafından Çin’de Çinliler tarafından tasarlanmış, yazılımları Çin’de üretilmiş ama fiziksel üretimi Türkiye’de yapılmış olsun. Bu durumda bu cihazın yerli olup olmadığı da önemli bir tartışma konusu olacaktır. Maalesef bu şekilde bir truva atı yöntemi ile binlerce dolara satılan Çin ürünleri Türkiye’de yerli malı belgesi alabilmektedir.
Türkiye’deki yerli malı belgesi mevzuatı, kabaca, malın üretim maliyetlerinde yerli katkıyı ölçen bir yerlilik oranı hesabına dayanıyor. Bu mevzuatta tasarım, yazılım ve üretim aşamasındaki diğer fikri mülkiyet hesaba katılmadığında (yabancı üreticinin işine gelmediği için) Türkiye’de sadece montajı yapılan bir ürün kolayca yerli olabiliyor.
Yine bir ikilem de tamamen Türkiye’de üretilen ama esasen fikrî mülkiyeti yurt dışından alınmış yani lisanslanmış olan ürünlerde ortaya çıkıyor. Örneğin Atak helikopteri esasen İtalyan tasarımı iken, kritik yazılımları, kritik yükleri dâhil olmak üzere Türkiye’de üretiliyor. Motor gibi bazı önemli bileşenleri ise halen ithal ediliyor. Buna rağmen bu ürün için tüm yazılımına, satın alınmış da olsa tasarımına ve üretme/satma haklarına sahip olabildiğimiz durumda bu ürünün milli olmasından söz edebiliriz.
Görüldüğü üzere söz konusu bir sistem olunca "yerli ve millî" tanımı oldukça karmaşık hâle gelebiliyor. Zaman zaman birbirine çok yaklaşabiliyor, hatta birbirinin yerine kullanılabiliyor. Teşvik, kamu alımları ve tüketici tercihlerinin yerli ve millî ürünlere kaydığı bu dönemde, bu sıfatların tanımlanması için daha basit ama net kurallara sahip olmak gerekli. Bu kurallara sahip olmak da yetmiyor. Uygulanması esnasında da truva atı uygulamalara izin vermeyecek netlikte yönetmelikler gerekiyor.
[1] Alparslan Türkeş, Yeni Ufuklara Doğru, 3. Baskı, (İstanbul: Kutluğ Yayınları, 1974).
Not: Bu yazı ilk olarak 31 Ekim 2018 tarihli Türkgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır.