Siber güvenlik çok teknik bir çalışma gibi görünse de aslında konvansiyonel millî güvenlik faaliyetleri ve bunun sonucundaki bekâ beklentisinden ayrı bir şey değildir. Eğer siber güvenliği sadece teknik bir hadise ya da bir pazar olarak değil de dijital vatanın askeri, tankı, tüfeği olarak görebilirseniz o zaman ne derece büyük önem arz ettiğini anlarsınız.
Bir kavramı, belki de Türkiye’de ilk defa, önünüze getirmek istiyorum: “Dijital Vatan”. Nasıl kara sınırlarımız ile tanımlanmış bir vatan tanımı yetmiyor, artık “mavi vatan” tanımı ile karasuları ve bunun da ötesinde kıta sahanlıklarını kapsayan sınırlar oluşuyorsa, “dijital vatan” da farklı bir boyutta 0 ve 1’lerin dünyasında tanımlı ve bize ait olması gereken bir alanı ifade ediyor. Bu sınırları tanımlamalı, ilan etmeli ve korumalıyız. İşte, siber güvenlik ise dijital vatanın olmazsa olmazı. Bugün, bu dijital vatanın güvenliğinde kullanılan sistemlerin yüzde 95’ten fazlasının ABD ve İsrail sistem ve bilgisine emanet edildiğini not edelim.
“Dijital vatan” tanımını yaptığımızda bunu oluşturan öğeler neler olacaktır? Bir tanımla başlayalım. Ülkelerin mevcut verileri ve siber hâkimiyet alanları o ülkelerin dijital topraklarıdır, dijital vatandır. Toprağın üstünde görünenler, her türlü bilişim sistemi, yazılımlar ve bunların bağlı olduğu ağlardır. Toprağın altında ise milyonlarca vatandaş ve devlet tarafından üretilmiş her türlü veri vardır.
Sınırlar konusunda da düşünmek gerekir. Dijital/siber sınırlar daha muğlaktır. Yalnızca coğrafi sınırlarımızla da düşünülemez. Ülkemize ait bir sistemin veya verinin, başka bir ülkede bulunuyorsa dahi, bir ekslav gibi dijital vatan içerisinde kabul edilmesi gerekir.
Dijital vatanın kara yolları ise iletişim ağlarıdır. Bu iletişim ağları bugün baktığımızda, bakır ve fiber tabanlı kablolu ağlar ile mobil gibi kablosuz ağları içerir. Bu noktada dijital yolların kime ait olacağı, kara yollarının devletin mülkiyetinde olup olmadığı tartışması kadar önemlidir. Bugün Türkiye’deki kara yolları devletin olup, işletme hakları bir süreliğine şirketlere verilebilmektedir. Benzeri yaklaşım ile dijital yolların da devlete ait olması beklenmelidir.
Dijital vatanın toprak altı kıymeti, veridir. Veri, bir maden gibi büyük bir kıymettir. Verinin işlenmesi işine de veri madenciliği denmesi bu anlamda bir tesadüf değildir. Bu veriye kimlerin sahip olacağı, sahipliklerinin sınırları, bu veriye (madene) devletin uygulayacağı mevzuat, devletin veriden kazanacağı pay gibi başlıklar halihazırda yoğun tartışmaların olduğu bir alanlardır.
Politika geliştirilirken, bilişim sistemlerine ve veriye coğrafi vatanın bir uzantısı gibi bakılması halinde çok ileriye gidemeyeceğimizi düşünüyorum. Dijital vatan, farklılaşan dinamiği ile bir uzantıdan ziyade farklı bir dünyadaki, 0 ve 1’ler dünyasındaki bir vatan gibi ele alınmalıdır.
Dijital vatanın hukuku da kendine özeldir. Bu “dijital hukuk”, hâlihazırda 5651, 6698 sayılı Kanunlar gibi çeşitli kanunlar ile yerelde oluşmaya başlamışsa da, uluslararası hukuk tarafında alınan yol, gerekenin yanında neredeyse bir hiçtir.
Bugünün internetinin, her yere herkesin erişebildiği, sınırlandırmaların olmadığı, verinin depolanacağı yerin de küresel olduğu çerçevede bir oyun küresel aktörlerce devam ettirilmek istenmektedir. Hatta ülkelerin bunun önüne geçmesinin engellenmesi için de en son G20’de Güven İçinde Özgür Veri Akımı (DFFT) isimli bir öneri pişirilerek sofraya konmuştur. Verinin nerede tutulacağını ve internete nasıl muamele edileceğini bağımsız hale getirmeyi amaçlayan bu öneri, hatalı şekilde, ülkemiz tarafından da sahiplenilmiş görünmektedir. İçeride “verimiz yurt içinde kalsın” vizyonu ile hareket ederken, DFFT gibi bir yanda “güven vadederken”, öte yandan “özgür akıma zorlayan” anlaşmalara taraf olmayı da anlamakta güçlük çekiyorum. Halbuki, dijital vatan, “dijital münhasır ekonomik bölgeler” oluşturmak için de ülkelere büyük fırsatlar sunmaktadır. Bu terim de belki ilk defa kullanılmış oldu.
Elbette, dijital vatanın güvenliği de önemli bir başlıktır. Bu noktada şu anda yalnızca coğrafî sınırlar içindeki veri ve sistemlerin güvenliği tartışılmaktadır. Bir Türk şirketine ait Almanya’daki bir sistem ve altındaki veri de bu anlamda vatan içinde kabul edilmelidir.
Dijital vatanın güvenliğinde kullanılacak her türlü sistemin millileştirilmesi, sadece tedarik güvenliği için değil, tedarik edilmiş sistemlerin işletilmesi esnasındaki “güven” için de önemlidir. Zira bu sistemler yazılım tabanlı olup, içine bakılamaması sebebiyle başka amaçlar için de parçacıklar içerebileceklerinden asla tam bir güven içinde kullanılamazlar.
Bugünlerde görüyoruz; savaşları, tüm savaş, saldırı ve savunma külliyatında bir paragraf olabilecek SİHA gibi noktasal bir teknoloji ile kazanabiliyoruz. İşte geleceğin savaşlarında da, baş yaracak ummadık taş, belki de dijital vatanın siber savunma (ve saldırı) teknolojilerinden çıkacaktır. Tersinden bakarsak da ummadık yumuşak karnımız, dijital vatanımız olmamalıdır.