GİRİŞ
27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan, devamında yaşananlarla birlikte Türkiye'nin (ve hatta dünyanın) toplumsal protesto tarihine geçen Gezi Parkı olayları; siyaset, demokrasi, seçim, sandık, iktidar, muhalefet, halk, devlet gibi kavramları yeniden tartışmaya açması bakımından oldukça önemli bir süreci başlatmıştır. Bir Gezi Parkı eylemcisinin “Bu bir eşikti, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” sözleri, bu olaylar dolayısıyla Penguen’le özdeşleşen bir televizyon kanalının yorumcusunun “Bundan sonra bandı ne kadar geriye sararsak saralım [Gezi Parkı olayları] farklı tahribatlar, kuşkular ve önyargılar yarattı. Klişe bir deyişle, bundan sonra hiçbir şey Taksim ve Gezi Parkı olayında saflara ayrılan iki taraf için de eskisi gibi olmayacak. Yeni bir dönem ve süreç başladı” cümleleri, Gezi Parkı’nda yaşananları ve yaşananların gelecekteki muhtemel etkilerini ortaya koyması bakımından oldukça dikkate değerdir.
Bu süreçte kısa bir süre öncesine kadar siyasî iktidarın yanında yer almış, ancak sonrasında muhalif olmuş ve kendilerini liberal kimlikle tanımlayan gazetecilerin yer aldığı etkin bir internet sitesinde yayınlanan bir yazıda, “Sandık doğru seçenekleri sunmadığı zaman, demokrasi doğrudan eylemle ilerler” şeklinde ifadelere yer verilmesi, Gezi Parkı protestolarını “saygın” çevrelerde meşrulaştırmak amacını taşıyan böyle bir yazının manşete çekilmesi, yine “demokrasinin sadece sandık olmadığı” söyleminin devletin zirvesinde dillendirilmeye başlaması, gerçekten Gezi Parkı olayları sonrası “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı”, yeni dengelerin ve yeni ittifakların gerçekleşeceği tezinin pek da yabana atılmaması gerektiğini göstermektedir.
Gezi Parkı tartışmaları esnasında demokrasinin yalnızca dört yılda bir yapılan seçimlerle değil; yasal, toplumsal kontrol mekanizmalarının işlemesiyle, iktidarın eylem ve işlemlerinin denetlenebilir olmasıyla, halkın tamamının görüşlerinin iktidar katında temsil edilebilecek bir siyaset mekanizmasının oluşturulmasıyla gerçekleşebileceği dile getirilmiştir. Mevcut iktidarın otoriterleşme eğiliminin giderek artması nedeniyle çoğulcu demokrasinin bu özelliklerinin işlemez hâle geldiği de sıklıkla ifade edilmiştir. Bu nedenle Taksim Gezi Parkı eylemleri bazı kesimler tarafından Türk demokrasisini yeniden tanımlamak için büyük bir fırsat olarak görülmüş; mevcut iktidarı değiştirmek değil, ehlileştirmek, onu 2003-2011 arasındaki reformcu çizgiye çekmek için bunun büyük bir adım olduğu yine bu etkin çevreler tarafından ifade edilmiştir.
Taksim Gezi Parkı protestolarını kendi iktidarlarını ve kendi liderlerini yıpratmaya dönük bir eylem olarak gören cephe ise; bu demokrasi ve özgürlük taleplerinin hiç de masum olmadığı, bunun siyasî iktidara karşı eski statüko tarafından organize edilen bir “kalkışma” olduğu, hatta “bölgesinde yükselen ve güçlenen Türkiye”nin önünü kesmek için egemen güçler ve “faiz lobileri” tarafından düzenlenen bir “sosyal mühendislik projesi” olduğunu dile getirmiş, bu projenin hedefinin ise “siyasî iktidarın başındakini yeme” amacını taşıdığı gibi çok önemli iddiaları dillendirmiştir. Bu söylemlere paralel olarak siyasî iktidar, hem egemen güçlere hem de göstericilere kendi gücünü göstermek amacıyla adeta “karşı taarruz”a geçerek günde altı miting düzenlemek suretiyle Gezi Parkı olaylarını başka bir boyuta taşımıştır.
Gezi Parkı olayları gerçekten her iki cephe için de farklı anlamlar taşımaktadır. Peki Gezi Parkı olayları aslında neydi? Kimler hangi amaçla bu olayların içinde yer aldılar? Gezi Parkı'ndaki protestocular ne istiyordu? Acaba Gezi Parkı olayları masum bir çevreci hareket miydi; yoksa, egemen güçlerin içinde yer aldığı ve iktidarın iddia ettiği gibi “yükselen Türkiye”nin önünü kesmek için oluşturulan bir mizansen miydi?” Bu soruların cevabı, önümüzdeki iki yılda üç önemli seçim yaşayacak Türkiye'nin geleceği için ışık tutacak, çoğu şeyi aydınlatacak gibi görünmektedir.