Sayın Milletvekilleri,
Siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve sendikaların çok kıymetli başkan, yönetici ve üyeleri,
Çok değerli bilim insanları, araştırmacı ve öğrenciler,
Sayın basın mensupları,
Saygıdeğer konuşmacılar,
Katılma nezaketi göstererek etkinliğimizi şereflendiren değerli misafirler,
Türk Akademisi olarak düzenlediğimiz “Çatışma ve Kaos Ortamında Ortadoğu Türkleri” konulu Panelimize hoş geldiniz. Kuruluşumuzun birinci yılını doldurduğumuz bu günlerde, yeni bir etkinlikte bizimle olduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum.
TASAV, yaptığı çalışmalar ve düzenlediği etkinliklerle, Ülkemizde ve bölgemizde yaşanan olaylarla ilgili olarak toplumda farkındalık oluşturabilmeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda; ülkemizin ekonomik, sosyal ve siyasi hayatının geliştirilmesine, milli menfaat ve birlik anlayışının, insan hak ve özgürlüklerinin, demokrasi kültürünün, jeopolitik ve jeostratejik düşünce biçiminin yaygınlaştırılmasına, Türkiye’nin tarihi ve kültürel kimliği ve jeostratejik konumuyla uyumlu politikalar geliştirilmesine, Türk toplumunun tarihsel ve kültürel bağlarının olduğu bölgelerde stratejik işbirlikleri, kalıcı ittifaklar ve köklü dostluklar kurulmasına katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Saygıdeğer konuklar,
Malumunuz olduğu üzere, hem bölge gündeminin hem de Türkiye gündeminin sıkça değiştiği, oldukça hareketli günleri yaşamaktayız. Ancak derinlemesine bakıldığında; konu, mekân ya da yöntem olarak farklı görülse de birçok gelişmenin aslında paralel, iç içe ya da bir birinin tamamlayıcısı mahiyette olduğu anlaşılmaktadır.
Dünya; iktisadî ve siyasî gelişmelerin yoğun bir etkileşim içine girdiği, Uluslararası ilişkilerin çok boyutlu ve çok seviyeli hâl aldığı, yirminci yüzyılın son çeyreğinde başlayan dünya düzenini yeniden tasarlama ve dengeleri yeniden oluşturma çabası içinde, kan ve gözyaşı dolu zulüm ve dayatmaların yaşandığı bir süreçten geçmektedir. Bu süreçten en fazla etkilenen bölgeler ise Türkiye’nin jeostratejik etki alanında bulunan Balkanlar, Kafkaslar, Hazar Havzası ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika olmaktadır.
Türkiye Avrupa, Ortadoğu, Afrika ve Orta Asya’yı etkileyen jeopolitik ve jeostratejik konumuyla, dünyadaki kilit ülkelerden birisi konumundadır. Esasen büyük devlet adamı vizyonu ile Mustafa Kemal Atatürk’ün geliştirdiği strateji, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye’nin, bölgesel bir güç olarak dünya siyasetinde söz sahibi olmasını sağlamıştır.
Ancak Türkiye’nin potansiyelini harekete geçirerek gelecek vizyonunu yakalayabilmesi, bu konumunun sunduğu fırsatları ve imkânları ne ölçüde değerlendirdiği ve kullandığı ile doğru orantılı olacaktır. Bu konumu Türkiye’nin aynı zamanda bazı tehditleri barındıran zor bir coğrafyada olduğunu da göstermektedir. Nitekim bölgedeki terör, ayaklanma, çatışma ve istikrarsızlıklar, komşularımızla kökleri tarihî derinliklere dayalı anlaşmazlıklar Türkiye’nin bölgedeki politika üretme zorluğunu ortaya koymaktadır.
Değerli konuklar,
Yüzyıllar boyunca Osmanlı egemenliğinde yaşayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi, yaklaşık yüz yıl önce Birinci Dünya Savaşı sonucunda bu topraklardaki Osmanlı hükümranlığının sona ermesinden sonra önemli bir kırılma yaşamıştır.
Maalesef ki, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batı sömürgecilerinin paylaşabilmek ve doğal kaynaklarını ele geçirmek için adeta birbiriyle yarıştığı bölgenin; tarihî, siyasî, dinî ve kültürel açıdan taşıdığı önem göz ardı edilmiş; bölgenin kadim bir medeniyetin beşiği olduğu gerçeği dikkate alınmamıştır. Bölge, ekonomik ve siyasi çıkar peşinde koşanlar arasında bir oyun sahasına dönüştürülmüştür.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan manda altındaki yönetimlerin 20’nci yüzyılın ortalarında bağımsızlıklarına kavuşması da bölge ülkelerinin makûs talihini değiştirmemiştir. 1917’de Balfour tarafından kurulacağı müjdesi verilen İsrail’in, 1948 yılında kurulmasının ardından bölge, bir de Arap-İsrail savaşları ile uğraşmak durumunda kalmıştır. Dünyanın en karmaşık sorunlarından biri haline gelen bu ihtilaf, dini, siyasi kültürel ve ekonomik sebeplerden ötürü bir türlü halledilememiştir. “Ortadoğu BARIŞ Süreci” diye bilinen bir çözüm süreci yıllardır sürmekte ancak bir türlü istenilen sonuca ulaşılamamaktadır.
Bölgenin tek sorunu şüphesiz ki Filistin sorunu değildir. Sosyo-ekonomik ve kültürel geri kalmışlık, demokrasi kültürünün ve kurumlarının yeterince gelişmiş olmaması gibi nedenlerle bölge ülkeleri, genellikle “baskıcı ama istikrarlı” rejimler tarafından uzun yıllar boyunca yönetilmiştir.
Yirminci yüzyılın sonlarında yeniden şekillenmeye başlayan küresel hegemonik yapılanma, 2001 yılında ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırılarıyla birlikte “haçlı seferi” söylemleriyle İslam coğrafyasını hedef alan bir mahiyet kazanmıştır.
11 Eylül sonrasında İslamofobyanın zirve yaptığı bir dönemde ABD önderliğinde ve “terörle küresel savaş” adı altında yürütülen askeri operasyonlarla bölgenin bir kez daha şekillendirilmesine başlanmıştır. Beklenilenden çok daha uzun süren askeri operasyon süreci, bir milyondan fazla Müslümanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır.
Batı tarafından “radikal İslamcı” hareketler ve siyasi partileri baskı altında tutan ve böylelikle İsrail’in güvenliğini sağlamak da dâhil Batılı ülkelerin beklentilerini karşılayan otoriter rejimler; Batı menfaatlerini sağlama konusundaki başarısını kendi halkları söz konusu olunca sergileyememiştir.
İnsanî gelişmişlik açısından geri kalan bölge halkları, radikal siyasi grupları desteklemiş ve bu durum Batılı ülkelerin bölgeyi tekrar dizayn etme projeleri için aranan gerekçe olmuştur. Bölgenin “kalkındırılması” adı altında 2004’te başlatılan Büyük Ortadoğu Projesi, bölge üzerinde yeni bir “büyük oyun”un başlangıcı olmuştur.
Hegemonya mücadelesi, bu coğrafyaya “demokrasi ve insan hakları” getirme bahanesiyle “Büyük Ortadoğu Projesi” kimliğine büründürülmüştür. Fas’tan başlayarak Afganistan’a kadar uzanan Müslümanların yaşadığı coğrafyada kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen küresel proje, Müslümanlara ağır bedeller ödetmiş, ödetmeye de devam etmektedir.
Gelinen noktadan bakıldığında BOP’un nihai amacının, “demokratikleşme” ve “insan hakları” gibi evrensel kavramlar vasıtasıyla, bölgede ABD ve müttefiklerini tehdit eden unsurların yok edilmesi olduğu anlaşılmaktadır. BOP’un uygulandığı ülkeler, sadece din temelinde değil, ortak kültür ve ortak tarih temelinde akraba Türk topluluklarının yaşadığı bir coğrafyadır.
Başta yakın komşularımız olan Suriye, Irak ve İran olmak üzere, bölge ülkelerinde yaşayan Türkler, Türkiye’nin kayıtsız kalamayacağı bir varlığı temsil etmektedirler. Komşu ülkelerde yaşayan Türklerin, siyasi ve sosyal statüleri, demokratik hakları Türk milletinin bölgesel jeopolitiği açısından her geçen gün daha da büyük bir ehemmiyet kazanmaktadır.
Küresel hegemonyanın bölgesel tasarımında, Türk milletinin oyun kurucu olarak sahne alabilmesi, Türkiye’nin siyasi tavrının yanı sıra, Türk Dünyasının bir bütün olarak ağırlığını hissettirmesiyle mümkün olabilecektir. İnanıyoruz ki dünyanın neresinde olursa olsun Türklüğün güçlü kılınması, Türkiye’nin dünya politikasında söz sahibi olmasını da kolaylaştıracaktır.
Saygıdeğer Konuklar,
Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan, ardından Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’ye yayılan isyanlar, yılların otoriter rejimlerinin yıkılması ile sonuçlanmışsa da bu ülkelere demokrasi getirmemiştir.
“Arap Baharı” denen süreçle çatışma ve kaos ortamına dönen Tunus, Mısır, Libya gibi bölge ülkeleri siyasi kırılganlık, ekonomik kriz, toplumsal ayrışma ve huzursuzluktan nasibini fazlasıyla almıştır. İki yılı aşkın süredir devam eden Suriye iç savaşı da, herkesin malumu olduğu üzere, Ortadoğu tarihinin karanlık sayfalarından biri olmuştur.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken Türkiye, bölgede gerçekçi ve sağlam temelleri olan bir liderlik elde edememiş, yönlendiren ve sorun çözen bir aktör olamamış, Reyhanlı Saldırısında da görüldüğü üzere bölgeye dair sorunları derinden yaşayan bir ülke haline gelmiştir.
Dahası, başta Suriye, Irak ve İran’dakiler olmak üzere bölgede yaşayan Türklerin maruz kaldıkları sorunlara çözüm üretilememiş, Ortadoğu Türklerinin çatışma ve kaos ortamında savunmasız ve yalnız kalmasına engel olunamamıştır. Gelişmelerden üzülerek görüyoruz ki Türkiye, yüzyıllardır bölgede varlık gösteren Türklerin can ve mal güvenliğini, siyasi ve sosyal hak ve özgürlüklerini teminat altına alamamıştır. Ortadoğu Türkleri bölgeye dönük Türk dış politikasının ana ekseni olamamış, çeşitli dengelerin gölgesinde adeta unutulmuştur.
Bu durum karşısında, Türk milli vicdanının sesi olmayı hedefleyen TASAV, Ortadoğu Türklerinin siyasi ve sosyal durumlarını tespit etmek, onların sorunlarını masaya yatırmak ve çözüm için akıl yürütmek suretiyle kamuoyunda yer bulamayan soydaşlarımızı gündeme taşımayı hedeflemiştir. Bu düşünceyle tertiplenen panelde;
ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan, “Arap Baharı” ile tüm bölgeye yayılan süreçte; başta Irak, Suriye, İran ve Lübnan’dakiler olmak üzere, Ortadoğu’daki Türklerin maruz kaldıkları sorunlar ve Türkiye’den beklentileri ile Türkiye’nin bölgeye ve bölge Türklerine yönelik politikaları tartışılacaktır.
Değerli konuklar,
İnanıyorum ki Panelimiz, konuyu yakından takip eden ve alanında temayüz etmiş Türkiye’nin yetiştirdiği kıymetli konuşmacılarımızın katkılarıyla; zihinlerdeki Ortadoğu ve Ortadoğu Türklerine dair sorulara cevap bulunması, yaşananların perde arkasının aralanması ve bölge Türklerinin sorunlarına dikkat çekilmesi bakımından anlamlı bir katkı sağlayacaktır. Bu çerçevede siyasî karar alıcıların, politika yapıcı kurumların burada dile getirilecek tespit, öneri ve hassasiyetleri değerlendireceklerini ve dikkate alacaklarını umuyorum. Katılımlarınız için tekrar teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.